Tekrarlanamayan 10 Popüler Psikoloji Çalışması
Yayınlandığı tarih: 10/05/2020Psikoloji alanını derinden sarsan ve giderek büyümekte olan tekrarlama krizi (replication crisis), 2011 yılında başlamıştır. Krizin oluşumunda, bilimsel çalışmaların basılma ve yayımlanma sistemi, bilim alanındaki kariyer basamakları ve tekrar çalışmalarına karşı süregelen genel bakış açısı gibi birçok etken vardır fakat bu yazı dizisinde odaklanacağımız etken, krizin patlama noktası olan, tekrarlanamayan çalışmalar olacak.
Kriz öncesinde, çalışmaların tekrarlanamaması çok büyük bir problem olarak görülmüyor; dergiler, tekrarlama çalışmalarını ve istatistiksel olarak anlamlı fark bulmayan çalışmaları basmadığı için araştırmacılar bu çalışmaları yapmaya yönelmiyor, yapsa da çalışmaları basılmıyordu.
Bu yazı serisinde, tekrarlanamayan çalışmaların birtakım örneklerini derlemeye karar verdik. Keyifli okumalar.
İlk örneğimiz, sosyal psikolojide sıklıkla kullanılan hazırlama (priming), ve manipülasyon kavramları ile ilgili. Hazırlama, insanların davranışlarını, onlar farkında olmadan dolaylı ipuçlarıyla etkilemeye çalışmayı amaçlamaktır. Barg ve arkadaşlarının 1996 yılında Journal of Personality and Social Psychology’de (JPSP) yayımladıkları araştırma, psikoloji alanında çok yankı uyandırmıştır. Bu makalenin ikinci çalışmasında, hazırlama kısmında yaşlılıkla ilgili kelimelere maruz kalan katılımcıların, bu kelimelere maruz kalmayan katılımcılara kıyasla laboratuvardan daha yavaş hareket ederek ayrıldığı bulunmuştur.
2012 yılında birkaç araştırmacı, bu çalışmayı tekrarlamaya çalışmıştır fakat daha büyük bir örneklem ve otomatik zamanlama yöntemi kullanmış olmalarına rağmen etkiyi bulamamışlardır. İlginç olan şudur ki, deneyi yürüten kişinin beklentisini kontrol ettikleri zaman bu etkiyi bulabilmişlerdir. Deneyi yürüten kişi, katılımcının daha yavaş yürüyeceğini düşündüğü zaman katılımcıların gerçekten de daha yavaş yürüdüğü gözlemlenmiştir. Sosyal hazırlama deneylerini inceleyen bir çalışma, çoğu araştırmacının, çift kör tipi desen kullanıp kullanmadıklarını belirtmediğini ortaya koymuştur. Ayrıca bu çalışmada sosyal hazırlama manipülasyonunda çıkan farkın manipülasyondan değil, deneycinin çift körlemeye maruz kalıp kalmamasından kaynaklandığı görülmüştür.
Dezavantajlı gruplara, iç gruplarıyla ilgili olumsuz kalıpyargıları hatırlatıldığında grupların test performanslarında düşüşler yaşanması kalıpyargı tehdidi olarak tanımlanmaktadır. Bu konuyla ilgili iki klasik çalışmadan ilki cinsiyeti, ikincisi ise ırkı konu alır. İlk araştırmada kadınlar, kalıpyargı tehdidinin yüksek olduğu koşullarda, zor olan matematik testinde, erkeklerden daha düşük performans göstermişlerdir. Diğer çalışmada ise siyahi katılımcılar, beyaz katılımcılara kıyasla yeteneklerinin belirleneceği koşullarda, kalıpyargı tehdidi varken, daha düşük performans göstermiştir.
2015 yılında yapılan bir meta-analiz çalışmasında, kalıpyargı tehdidinin etki büyüklüğünün çok küçük olduğu görülmüştür. 2019 senesinde büyük bir örneklemle yapılan kalıpyargı tehdidi araştırması, daha önceki araştırmaların laboratuvarda yapıldığını öne sürerek, gerçek ortamda kalıpyargı tehdidinin olup olmadığını test etmiştir. Bu çalışmanın bulguları, gerçek ortamda bu etkinin ihmal edilebilecek kadar küçük olduğunu göstermiştir.
Dehşet yönetimi kuramı, insanların bir gün ölecek olmalarının farkındalığının, onlarda büyük bir dehşet uyandırdığını ve bu dehşet duygusunu ortadan kaldırmak için insanların çeşitli davranışlarda bulunduklarını ileri sürer. Dehşet duygusunu ortadan kaldırmak için insanlar, kültürel değerlere ya da biyolojik varlıklarının dayanıksızlığına karşın bunları sembolize eden sistemleri benimserler. Bu kuram oldukça büyük bir etki yaratmış, birçok etki ve olay bu kuramla açıklanmaya çalışılmıştır. Örneğin, önyargıyı da bu kuramla açıklamaya çalışan bu araştırmada, ölümlülüğünü düşünmesi istenen katılımcıların önyargı puanları daha yüksek çıkmıştır çünkü kurama göre kendi iç gruplarının devamlılığı sayesinde onlar da bir şekilde yeryüzünde kalmaya devam edeceklerdir.
Bütün bu etki ve sebeplendirmelere karşın, yapılan bir Many Lab Araştırması, bu kuramın ölümlülük etkisini hatırlatma sonucunu tekrarlayamamıştır. Bu araştırmanın diğer tekrarlama araştırmalarından önemli bir farkı orijinal yazarların da tekrar çalışmasına dâhil edilmiş olmasıdır ve kendilerinin dahil olup olmaması sonucu değiştirmemiştir.
Birçok araştırma, ahlaki olarak kendimizi suçlu hissettiğimizde, kendimizi fiziksel olarak temizleme ihtiyacı içinde olduğumuzu göstermektedir. İlk olarak 2006 yılındaki bir çalışmada, katılımcıların bir kısmından etik bir davranış içeren (çalışma arkadaşına yardım eden), diğer kısmından da etik dışı bir davranış içeren (çalışma arkadaşını sabote eden) bir hikayeyi kopyalayarak yazmaları istenmiştir. Sonrasında katılımcılar, çeşitli ürünleri ne kadar istenilir olduğuna göre puanlandırmışlardır. Etik açısından negatif anlam taşıyan hikayeyi kopyalayan katılımcılar, etik açıdan pozitif anlam taşıyan hikayeyi kopyalayan katılımcılara kıyasla temizlik ürünlerini daha istenilir olarak puanlamışlardır. 2008 senesinde ise Schnall, Benton ve Harvey fiziksel olarak temiz olmanın ahlaki yargılamaların şiddetini azaltacağını bulmuşlardır.
Buna karşın, birçok tekrarlama çalışması Macbeth etkisini bulamamıştır. Doğrudan tekrarlama yöntemini kullanan çalışmalardan birisi, daha yüksek istatistiksel güç ve daha temsil edici bir örneklem kullanılmıştır ancak sonuçlar tekrarlanamamıştır. İspanya örnekleminde de bir tekrarlama çalışması denenmiştir fakat bu çalışma da orijinal sonuçlara ulaşamamıştır. Bir başka grup araştırmacı da Schnall, Benton ve Harvey’in çalışmalarını doğrudan tekrarlamaya çalışmış, fakat aynı sonuçları bulamamışlardır. Orijinal araştırmanın yazarlarından Simone Schnall, blog yazısıyla bu doğrudan tekrarlama yazısına cevap vermiştir.
Gözlemci etkisi, kalabalığın artmasıyla, insanların daha az oranda yardım alacağını ileri sürer. Çünkü etrafta ne kadar insan olursa sorumluluk o kadar dağılacaktır. Gözlemci etkisiyle ilgili bulgular, laboratuvarda yapılan deneylerden gelmektedir. Bu bulgular doğrultusunda, uzunca bir süre insanlara, eğer kalabalık bir ortamda yardıma ihtiyaç duyarlarsa, bu yardımı alma ihtimallerinin gözlemci etkisi dolayısıyla, kalabalığın boyutuyla doğru orantılı olarak azalacağı belirtilmiştir.
Fakat yakın zamanda yapılan bir çalışma, gözlemci etkisinin bir mitten ibaret olabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada, önceki çalışmalardan farklı olarak, gerçek ortam kullanılmıştır. Çalışma için, Amsterdam, Cape Town, Lancaster ve İngiltere’deki güvenlik kameraları izlenmiştir. Videolar, durumun karışıklığına, ne kadar insan ve gözlemci olduğuna göre kodlanmıştır. Bulgular 10 olayın 9’unda en az bir gözlemcinin müdahale ettiğini göstermiştir. Klasik gözlemci etkisi araştırmalarının bulgularının aksine, bu çalışmada daha fazla gözlemcinin olduğu durumlarda, kişinin yardım alma olasılığı daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Baumeister ve ekibinin ilk olarak gösterdiği çalışmada ego kontrolünün sınırlı bir kaynak olduğu ve bu kaynak çok kullanıldığında ego tükenmesine yol açabileceği görülmüştür. Buna göre, ego kontrolünün bir olay ya da durum karşısında harcanması sonucunda başka bir durum ya da olayla karşılaşıldığında harcayacak kontrolün kalmaması bir olasılıktır. Bu araştırmanın 3. çalışmasında, katılımcılara duygusal (olumlu ya da olumsuz) içerikli bir film izletilmiştir. Katılımcıların bir kısmına, videoyu izlerken duygularını bastırması, diğer kısmına ise duygularını bastırmaması söylenmiştir. Duygularını bastırması istenen katılımcıların, çözülebilir anagramda daha düşük bir performans gösterdikleri gözlemlenmiştir.
2016 senesinde Psychological Science’da çıkan bir makalede, 23 laboratuvar, bu çalışmayı tekrarlamıştır. Bu çalışmadan önce yapılan meta analizlerde, ego tükenmesinin orta büyüklükte bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir fakat bu makalede, çok küçük bir etki büyüklüğü bulunmuştur. Bununla birlikte, güven aralığı 0’ı barındırmaktadır. Baumeister ve Vohs’un bu konuya yazıyla verdiği bir cevap mevcuttur.
Kırmızı giyinmenin çekiciliği arttırdığı varsayımı, popüler kültürde ve çeşitli reklamlarda sıklıkla yer alır. Yapılan birtakım araştırmada, insanların kırmızı ile romantizmi ve cinselliği özdeştirdiğine dair bulgular olsa da, bu konuda en çok akla gelen çalışmalardan birisi Elliot ve Niesta’nın (2008 ) deney serileridir. Bu çalışmaya göre erkekler, kırmızı giyen kadınları daha çekici ve cinsel olarak daha arzulanabilir bulmuştur fakat buna benzer bir etki kadınlarda görülmemiştir. Buna benzer bir çalışma Elsevier’de, 2012 yılında yayımlanmıştır
Fakat Peperkoorn, Roberts ve Pollet, Elliot ve Pazda’nın yaptığı deneyin, doğrudan tekrarlamasını 830 erkekle yaptıkları çalışmada böyle bir etkiye rastlamamış, etkiyi tekrarlamakta başarısız olmuşlardır.
Kişisel gelişimle ilgili birçok kitapta ve seminerde bulabileceğiniz bir öneri: “Gülümseyin, bu sizi mutlu edecektir!”. Peki gerçekten öyle mi? İddianın kaynağı 1988’de yapılmış olan bir çalışmadır. Çalışmada katılımcılar iki gruba ayrılır. İki gruptaki katılımcılar da aynı çizgi filmi izler fakat bir gruptaki katılımcılar, çizgi film izlerken ağızlarında bir kalem tutarlar. Çalışmanın sonunda ağızlarında kalem tutan grup, çizgi film daha komik bulduğu için; ağızda kalem tutma hareketi gülme eylemine benzetilerek gülme eyleminin insanı mutlu ettiği sonucuna varılır.
2016 yılında 17 bağımsız laboratuvar, orijinal çalışmanın doğrudan tekrarlamasını yapmayı amaçlamıştır, fakat etkiyi tekrarlayamamışlardır.
Shoda, Mischel ve Peake tarafından (1990) yapılan ve marshmallow çalışması olarak bahsedilen ünlü çalışmaya dair internette birçok örnek videoya, popüler kültür yazılarına ve hatta yazarlardan bir tanesinin bu konuda yazdığı kitaba erişmek mümkündür. Bu çalışmada, çocuğa önce bir adet marshmallow verilir ve isterse şimdi yiyebileceği ama beklerse ikinci bir marshmallow daha alacağı söylenir. İkinci marshmallowu bekleyen çocuklar ileride akademik hayatlarında daha başarılı olurlar çünkü kısa vadeli ödülü reddedip uzun vadeli ödül için sabredebilmişlerdir.
Buna karşın, 2018 yılında yapılan tekrarlama çalışması, konuya bakış açısını değiştirmiştir. Bu çalışmada 900’den fazla çocuk katılımcı yer almıştır ve bu kez çocuklar sosyo-kültürel açıdan toplumu çok daha iyi temsil etmektedir. Bu temsil gücü sayesinde çok önemli bir şey fark edilmiştir; ailelerinin sosyo-ekonomik durumu, çocukların ikinci marshmallowu beklemesini ve ilerideki başarılarını etkileyen, çok önemli bir faktördür. Ailesinin sosyo-ekonomik durumu kötü olan çocuklar, kendilerini tutup ikinci marshmallowu bekleseler bile, akademik anlamda diğer çocuklar kadar başarılı olamamışlardır.
Bebeklerın taklit etme yeteneği olduğuna dair varsayım, 1997 yılında 12-21 günlük bebekler üzerinde yapılmış bir çalışmaya dayanmaktadır. Çalışmada bebeklerin, yetişkinlerin mimiklerini taklit edebildikleri görülmüştür. Böylece taklit etme becerisinin doğuştan geldiği düşünülmüştür.
Fakat 2016’da yapılan bir tekrarlama çalışmasında, 1 ila 9 haftalık, toplam 106 bebek üzerinde böyle bir etkiye rastlanmamıştır. Bebeklerin, onlara tekrar edecekleri mimikleri sergilemeyen kontrol grubundaki yetişkinlere de, mimik sergileyen yetişkinlere verdikleri, benzer mimiklerden oluşan cevapları verdikleri gözlemlenmiştir.